bloga film senaryosu konuları ekliceğim, bu senaryo konuları zenginleştirilip filmleştirilebilir normal film gibi veya animasyon filmi olarak. zaman zaman aklıma konular geliyor, onları filmleştirmeye kalksam çok vakit alacak, ileride yapsam da o zaman başka konular aklıma gelir belki. zaman aşımına uğratmadan konuları paylaşayım, birilerinin kulağına takılırsa veya ilham arıları binbir çiçekten bal toplarken, benim blogun bu bölümüne uğrarlarsa, çok yetenekli senaryocular yönetmenler onları binbir renkle süsleyip harika şaheserlere dönüştürebilir. rüyalarımdan da ilham alırsam bu etiket altında yani 'film senaryosu konuları' başlığı altında onları da eklerim.
bugün aklıma gelen konu şu: bi çocuk erkek çocuğu, çok küçük de değil; rüyasında eşyaların konuştuğunu görür, uykusundan uyanır hemen çok korkmuştur. korkacak bişey yok tabii bunda, ama o kaldıramaz bu kadar çok eşyanın konuşup durmasına, sonra banyoya koşar elini yüzünü yıkamaya ve küçük aynası onunla konuşmaya başlar, "ne oldu sana" der ayna. "ne var korkacak, niye öyle bakıyorsun, neyin var, heyy kendine gel... nereye gitti her günkü sevimli surat?" bizim velet şaşkınlıktan uçacaktır neredeyse; yoksa hala rüyada mıdır, saate bakar, yoo hayır; sonra anne babasının odasına bakar, ordalar. tamam rüyada değilim. peki ayna niye konuştu benimle?! o anda anlar ki, ayna uykuda değil belki de. eşyalar da bizimle uyuyorlar mı ki... sonra elini havluya uzatır ve havlu der; "üff bu saatte hiç silmemiştin elini, ne oldu kötü rüya mı gördün?" bizim ufaklık anlamıştır olan biteni, anlamıştır ki rüyası gerçek olmuştur, eşyalar onunla konuşmaktadır. uykuya dala ona uykular dileyen yastığı yorganıyla birlikte. içinden "uyuyayım belki sabaha her şey düzelir, ya da bu saçmalık sürerse de bişeyler düşünürüm" der.
sabah olduğunda bizim velet uyanır uyanmaz etrafına bakar bakalım ses veren olacak mı diye; o da ne ; tüm oda konuşmaktadır. saat, oyuncaklar, pencereler, kapı, dolaplar, çekmeceler, masa, posterler, laptop, telefonu... hepsi sabah sohbetindedir (tamam bu kısımlar toys'lu filme benzedi). -lütfen susun der bizim ufaklık. biraz daha yüksek sesle tekrar eder... evet tüm odadki eşyalar duymuştur onu ve 'susun lütfen' e susarak cevap verirler... o anda bizim velet, bu seslerle nasıl baş edebileceğini keşfetmiştir bir sabah cinliği sayesinde. eşyalar isteklere olumlu cevap verebiliyorlarmış demek ki. bu işe çok sevinir... ama onu gün boyunca ne maceralar beklemektedir.... şimdilik bundan kimseye bahsetmeme kararı alır sabah zekası ona yardım eder bu taktikle. çünkü ona kimsenin inanmayacağını bilecek kadar gerçek katı dünyayı tanımaktadır ve zamanını sevdiği şeylerle uğraşmak yerine aptal doktor bekleme odalarında hastanelerde okul rehberlik öğretmeninin odasına geçirmeyi tercih etmez elbette. 'bunların hakkından gelebilirim' der.
annesi kahvaltıya çağırmaktadır; giyinip hemen iner kahvaltıya. her zamanki yiyecekler ama tabii tabaklar, masa, tüm mutfak eşyaları yine sohbette... yine küçük bir rica ile susturur onları... zaten konuşan yiyecekleri yemek de ne korkunç bişi olur; canlı hayvan yemek gibi olur yapamaz bunu. tamam çok iyiliksever görünmeyebilir bizim ufaklık ama konuşan yiyecekleri onlar konuşurken midesine indiremeyecek kadar da yüreğinde insanlık vardır elbette, küçük erkek çocuğu insanlığı şiddetinde.
okul servisine bindiğinde bakar ki pek ses yok; yani arkadaşlarının kıyafetleri, çantaları onunla konuşmuyor; anlamıştır ki, başkasıyla bağı olan eşyalar onunla konuşmayabilir; çok sevinir ve düşünür, tamam o zaman pek de zor değil durumum. serviste her zaman yanına oturduğu kız arkadaşının yanına yine oturur ve o da ne, kız arkadaşının kafasındaki toka onunla konuşmaya başlamaz mı... sonra arkadaşının elindeki defterin ona bişiler fısıldadığını görür. oradan anlar ki; sevdiği insanların eşyaları da onunla konuşuyor olabilir. yani, arasında bağ olan kişilerin eşyalarının seslerini de duyabiliyordur. içinden kız arkadaşının tokasına: "seni saçına takan arkadaşım hakkında ne düşünüyorsun" diye sorar. tokanın cevabı ilginçtir: "onu elbette seviyorum, o da beni seviyor; ama üzüldüğüm ne biliyor musun, ona beni annesinin hediye ettiğini hep unutuyor". bizim velet arkadaşına döner ve: "tokanı sana kim aldı çok güzelmiş" der. arkadaşı duraksar, "ne önemi var ki, toka işte" der. "ama önemli... araya biri girmeseydi belki onunla tanışamayacaktın..." arkadaşı ona tuhaf tuhaf bakarak der ki: "iyi misin, tokanın cansız olduğunu unutuyorsun galiba. bugün tuhafsın gerçekten. altı üstü bi toka işte. bak istersem elime alır kırarım onu, hiçbişi de hissetmez. kendine gel lütfen, eğer bu kadar duygusal olursan bu dünya seni yer bitirir. kaçıncı yüzyıldayız... biz bu konuşmayı yapana kadar şu anda dünyada kaç milyon twit atıldı, kaç milyon e-mail atıldı, kaç milyon data transferi yapıldı internette, kaç bebek doğdu, kaç kişi öldü... altı üstü bir tokaya bu kadar odaklanma derim ; sen de böyle düşünüyor olmalısın, yoksa benim arkadaşım olmazdın zaten; yoksa ben 1000 yıl öncesinin romantik devrinden fırlamış zaman tünelinden ışınlanmış biriyle mi konuşuyorum, lütfen bana yanıldığımı söyle sevgili arkadaşım" "tamam tamam ıııı dün ııı bi film izlemiştim de onun etkisinde kalmış olmalıyım..." diye cevap verir ufaklık. tokaya bakar ve küçük sevimli toka susmuştur.
servisten inip okula vardıklarında ve dönüşünde.... geçen birkaç hafta içinde.... bizim velet çok şey keşfeder; eşyalarla iletişim kurmayı öğrenmiştir; evet iletişim diyorum çünkü sadece onlar konuşmamakta, onun sorularına da cevap vermektedirler, sohbet de etmektedirler onunla. ama konuşmayan eşyalar olduğunu da görmüştür; bu, genelde kötü davranılan, değer verilmeyen eşyalardır. kendini görev edinir; boş zamanlarında çöplere atılan eski eşyaları oradan çıkarıp temizler boyar sonra onlar tekrar konuşana dek onlarla vakit geçirir. ailesi olan bitene pek anlam veremez. büyük anne ve babası onu takdir ederler; iyi bir uğraş edindiğini söylerler. anne-babası ise oğullarını iyi tanıdıkları için baya şaşkına uğramışlardır, bu değişimin sebebini anlayamazlar. ama bizim velet hiç fire vermez, kimsenin olan biteni anlamasını istemez, zaten kimse de anlayamaz ki, herkes dünyasal gerçekliklerde yaşamaktadır. bir gün filmlerin-rüyaların hayata karışabileceğine kim inanabilir ki... ara sıra kullanılmış eşya satan dükkanlara uğrar ve oralarda tamir edip boyadığı bu eski eşyaları onlara satar; kazandığı parayla da, bu mağazalarda konuşmayan eşyaları alır sonra onları konuşturuncaya kadar onlarla an'ları paylaşır. yine arkadaşlarıyla vakit geçirir, oyun oynar, ödevlerini yapar okula gider ; ama daha duyarlı biri haline gelmiştir. zamanla ilginç birşey olur; arkadaşlarının arttığını, daha çok arandığını fark eder, okulda da daha çok sevilmeye başlamıştır. her derdi olan arkadaşı ona yaklaşmaktadır, üzülen ona gelmektedir, mutlu olanlar da mutluluklarını onunla paylaşmak istemektedir. Ailesi, hem telefon rehberi kabaran, hem de giderek daha çok sevilen bir çocuk haline gelen bizim velet konusunda şaşkınlık içindedir. yolda yürürken sokaklardaki hayvanlar bile onun peşine takılır olmuştur, kuşlar o yürürken kafasının üstünde daireler çizmektedir... eşyalarla iletişimini öyle geliştirmiştir ki, istemediği zaman hiçbir eşya onunla konuşmamaktadır, bilirler ki o anda rahatsız edilmemek istemektedir.
Yıllar geçer ve bizim velet büyür de büyür ve bu özel yeteneği daha doğrusu doğanın ona bu ilginç hediyesi de hep sürer ; ama o, dünyaya bunu açıklayıp ünlü veya milyarder olmak yerine, bu sırrı hep saklar; böylece her şeyi paraya çeviren kötü kalpli berbat ruhlu dünya, bu yeteneğini kirletemez. ve meslek olarak ne mi edinir; evet üniversite eğitiminden sonra; 'dijital güçlenme' diye bir web sitesi açar ve orada, derdi olan herkesin derdini paylaştığı bir platform kurar; zamanla üyesi milyonları geçer; çünkü anlar ki dertsiz kimse yoktur; herkesin ruhundan o kadar anlar olmuştur ki; ve bu yeteneği ona eşyalarla konuşurken kazandırılmıştır. Hiçkimse, eşyalarla olan iletişimin, insanlarla olan iletişime yol açabileceğini inanamaz ; ama olay aslında sadece 'içsel empati ve sempati'yi öğrenebilmektir ve en savunmasız olan eşyalardan bu öğrenilince, ondan daha savunmasız kimse-hiçbişey olmadığı için, bu duygusal bağlantı onun her şeyle her insanla bağlantıda olabilmesini sağlamıştır. dijital güçlenme sitesinde milyonları geçen insanın ruhunu tamir ettikten sonra bizim velet artık basının ve dünyanın çok dikkatini çekmektedir; öyle bir an gelmiştir ki, sadece onun fotoğrafını görmeleri bile insanlara şifasal etkiler yapmaktadır. yıllarca insanlar ona ilginç adlar takarlar; kimi şifacı der, kimi büyücü der, kimi özel insan der, kimi empatik der.... ama o sırrını hep saklar ve yaşlandığında, torununa bu hikayeyi anlatır ve onun, dedesinin ölümünün ardından bu hikayeyi kitaplaştırmasını ister. işte hikaye böyle, ben onun torunuyum, yani bizim küçük veletin. bu yetenek bende de olabilir mi diye bekledim, eşyalara konuşup durdum ama cevap alamadım, sanırım bu sadece dedeme özel bir yetenekti, ama sonra anladım ki, her canlı cansız varlıkla iletişim kurabilmek için böyle sihirli bir yeteneğe sahip olmak gerekli değil. işin sırrı bu sihirsel yetenek değil, işin sırrı; 'anlamak' ve 'empatik olarak yaklaşmak' ; sihir bu iki kelimede ; ona ulaşılan sihirli yollarda değil, herkes farklı yollardan ulaşabilir.
bitti :-)
----
işte böyle bir hikaye çıktı, zenginleştirilerek harika fantastik filmler yapılabilir veya animasyon filmler....
sihirli, daha doğrusu 'anlayış'lı günler, yıllar....
sevgiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder