birbirimizi sürekli yargılıyoruz... kendimizi de yargılıyoruz... hep yargı hep yargı...
buna spiritüel bilgeler iyi bakmıyorlar, sürekli yorum ve yargılama halinde olmamıza yani...
beni kızdıran hadi kızdıran demiyeyim, benim kabul edemediğim, başkalarını birbirimizi yargılamayı hadi bir yere koydum; hata yapan ya da hata yaptığını, yanlış yaptığını düşündüğümüz kişilere yargıçlık yapmamız.
Hukuk düzeninde -ki hukukun olduğu çoğu ülkede bile hukukun tam olarak işleyemediği veya haklıyı korumadığı zamanlar olduğunu da biliyoruz- suçlu zaten cezasını çeker, bazen haklı bazen de haksız yere ceza çekiyor hukuki olarak. tabii hukukun işlemediği ülkelerde ne haksızlıklar yapıldığını da biliyoruz... ki; hapishane sistemine de çok karşı olduğumu söylemeliyim, hele idama son derce karşıyım, başka yöntemler geliştirilmeli insanları bir yere tıkıp yıllarca orada tutmak yerine, yapıcı yöntemler, herkese pozitif dönen yöntemler geliştirilmeli, insanlığa ve doğaya pozitif dönen yöntemler...
benim kabul edemediğim bunlardan öte şu; hukuki suçla ceza veremediğimiz kişiler hakkında asıl hikayeyi gerçeği bilmeden, onların hatalarını veya yanlışlarını hayatın içinde onlara ödetmeye çalışmak. karmaya bırakalım yeter, ama yargıçlık yapmaya kalkıp ona ders vermeye çalışıp kana kan dişe diş uygulamalar ne kadar düşük bilinç bir zihniyettir anlamıyorum gerçekten. ne kadar çocukça... hı, sen benim saçımı çekmiştin, al ben de senin oyuncağını kırıyorum, demek gibi.
o zaman bu dersi vermeye çalışan kişide yeni bir karma ürüyor... kabalığa sevgiyle cevap vermek gerek, o kişinin gerçeğini anlamak gerekli. çok bilmişlik yapıp o kişinin ahlaki yargıçlığını yapmak değil. hukuk kurallarıyla belirlenmemiş olan ahlaki yanlışlarda (ki kime göre yanlış, bu kelimeyi yazarken bile elim varmıyor), bu o kişinin Tanrı ile arasında olan bir şeydir, ya da vicdani konusudur diyeyim. Karması zaten ya bu yaşamda ya da farklı bir gerçeklikte işler...
tecavüz edenlerin ceza görmediği, yolsuzlukların hoş görüldüğü, cinayetlerin suç sayılmadığı ve kişilere peşkeş çekildiği sözde hukuk ülkelerinde, demokrasi olmadığı açıktır, burada tehlike hüküm sürmektedir, bunu istemez hiç bir gerçek insan. hukuki ahlaki suçlarının cezalarını almayan kişilere, cezasını hayatta vermeye çalışmak ne mantıktır, bunu da anlayamıyorum... bu sadece karmanın yönünü tersine çevirir... hatta ceza ve suç kelimelerini söylerken bile elim varmıyor, yine yargıçlık yapmaktan çok rahatsız oluyorum çok.
nefrete sevgi, öfkeye barış, egoistliğe açgözlülüğe ve diğer tüm negatif duygulara da hoşgörü anlayış yanıtı vermek - en azından his olarak - evrenin karmasını en güzel şekilde işletir, diye düşünüyorum, karma uzmanı olmamama rağmen, bunu siz de hissedebilirsiniz yaşamınızda... hayatımda daha kimseye karşı öç alma duygusu hissetmedim, böyle bir şeyi öğrenmedim de kimseden. başkalarının hayatına kendisine fiziksel ya da ruhsal tecavüz etmenin ne kadar etik dışı ve insanlık dışı olduğunu biliyorum , ama öç alma duygusunun da bir o kadar insanlık dışı olduğunu biliyorum. hatta evrenin planında, büyük planda, karmanın bile ne tür işlediğinden emin de değilim. tanrının; bazı dinlerin dediği gibi, sen bunu yaptın, al sana şimdi ben de sana bunu yapıyorum, diyecek kadar ucuz bir enerji seviyesinde olamayacağını da her aklı salim insan anlar. bu öyle kudretli bir düzendir ki, o kadar sevgiye dayanır ki, gerçek suçlunun olmadığını, bunun dünyanın domino etkisinde düzeninde olduğunu bilir. zaten düşünün, bu dünya düzeni gerçeği, bir insanı iyi yapacak genleri ve eğitimi ona veriyor; diğerini kötü yapıyor, sonra hayat oyunu ilerliyor; bu düzenin parçası gerçekliği sonra yarattığı bu gerçeklik için bu yaratımlara ceza veriyor... hiç düşünmüyoruz hiç düşünmüyoruz... ne acı ki hiç düşünmüyoruz. tanrıyı eli sopalı sakallı dede yapıyoruz, kötülük yapınca bizi döven, iyilik yapınca seven. vay be, demek tanrıyı evrenin ululuğunu bu olağanüstü düzeni, bu dar mantığımızla bu kadar küçültebiliyoruz, inanamıyorum...
bugün 31 Mayıs Gezi olaylarının başlangıç tarihi, şu ana kadar kastettiklerim Gezi olaylarıyla ilgili değil... zamanında, doğru zamanda, doğru şekilde isyan etmenin ne kadar doğru olduğunu çoğumuz kabul ederiz.
sadece bu çağda, yüzyılda, ilk çağlarda bile olmayacak derecede ucuz zihniyet ve bakış açılarından kurtulmamız gerekiyor... bazı dinlerin, bunu yaparsan yanarsın cezalandırılırsın gibi korkutmaya dayalı ahlaki eğitimlerinde olduğu gibi bu tür bakış açısını, hayatımızdaki olaylarda birbirimize yargıçlık yaparak uygulamamamız gerektiğini de biliyorum.
suçlu kimdir? kuşu vuran çocuğa kuşların vurulması gerektiğini öğreten arkadaşı ve ona silah kullanmayı öğreten yakını mıdır yoksa kuşu vuran çocuk mudur suçlu; uyuşturucuya sevgilisini alıştırıp sonra onun uyuşturucu kullanmak için uyuşturucu satıcılığına bulaşmasında suçlu ona uyuşturucuyu alıştıran sevgilisi midir yoksa sevgilisinin annesiz babasız büyüdüğünde ve yalnızlığında ve parasızlığında ta küçük yaşta onu bu işlere bulaştıran arkadaşı mıdır suçlu, atom bombasıyla ülkeleri bombalayan zihniyetler midir suçlu yoksa onlara hayat boyu savaşmanın ondan olmayanın yok edilmesi gerektiğini öğreten bir sistem midir yoksa atom bombasının keşfedilmesinde katkısı olan onunla ilgili bilimsel keşifleri yapan bilim adamının asistanı mıdır suçlu, saksıyı pencerenin önüne koyduğunda bir rüzgarda aşağı düşüp geçen kişinin kafasını yardığında ve o kişiyi hastanelik ettiğinde suçlu saksıyı oraya koyan mıdır yoksa pencerenin önündeki pervazı dar yapan mıdır yoksa yoksa, ...... yoksa yoksa .... bu böyle gider....
hatta suçlu aramanın ne kadar komik olduğu da açıktır. evrenden bakınca, her şeyin bir nedeni vardır, o anda görülmeyen bir nedeni vardır; kimi zaman etkileyebildiğimiz, kimi zaman ise kabul etmek zorunda kaldığımız, ama çoğu zaman şu anki gerçekliğimizden asla algılayamadığımız.
hukuk sistemi, toplumlarda düzeni sağlamak için kurulmuştur. çünkü hukuk düzeni olmazsa, cinayetlerin tecavüzlerin hırsızlıkların yolsuzlukların önü kesilemez diye düşünülmüştür; çünkü insanlık her yerde iyi gelişmemiş ne yazık ki... ve bu zihniyetle oluşmuştur hukuk düzeni çünkü insanların doğasının iyi olmadığı düşüncesiyle... ama hukuk düzenleri de dünyanın çoğu yerinde aksak sakat gitmektedir şu anda. ceza neye göre verilir? niye ona 10 yıl diğerine 5 diğerine 1 yıl diğerine bir ömür boyu, neye dayanarak? bir kişi öldürürsen şu ceza, 10 kişi öldürüsen şu... - pardon, kiloyla patates mi alıyoruz? hatta bazı ülkelerde idamlar bile var... kriter nedir? sadece birini öldürmek ya da hırsızlık vb. suçlar mı vardır, peki ya kalp kırmanın? kalp kırıklığının cezası hangi hapiste var? siz bilir misiniz bir kalp kırıklığını bir ömür boyu tamir edemeden ölen insanları, bir kalp kırmak cinayetten beter olabilir bazen... hukuk, neye göre, kime göre hukuk... ama kalp kırmak bile bu evrende bir şeye hizmet eder bilir misiniz. bazen kalp kırıklıklarının insanı ne kadar da güçlü bir ruha dönüştürebildiği de bir gerçektir, tersi de olabilirken. her zaman dünya gerçekliğinden bakmasak ne güzel olur...
hukuksuzluk günümüzün vahşi insan ve kötü insan doğası ortamında çok tehlikeli elbette. ama insanlık farklı evrimleşseydi ve sevgi saygı üzerine kurulsaydı, hukuka da hapishaneye de ihtiyaç olmazdı. hayal edebilir misiniz bambaşka bir düzen? sadece politik değil kastettiğim. ekonomik de değil. ne yazık ki politik ekonomik kalıplarımızdan hayal gücümüz bile kısıtlandı. ne acı.
ekonomik sosyal sistemleri, başkalarının suç işleyeceği şekilde kurgulayanlardır çoğu zaman suça iten insanları.
kötü eğitimden vicdanlı dürüst insanların çıkabildiği gibi, iyi eğitimden de çok korkunç insanların çıkabildiğini biliyoruz ki bunu derken bile yargılamaktan rahatsız oluyorum insanları... ve eğitim de cevap olmayabiliyor demek ki...
özetle, birbirimizi yargılarken, ya da başkalarını, iki kere düşünelim derim. birincisi, içgüdüsel dürtüsel motivlerimiz kızmak hatta bazen küfretmek sövmek kötülemek vb. iken; ama diğer düşüncemiz motivimiz de, bunun arka planı olmalı. mahkemelerdeki yargıçların bile yapmadığı, yapamadığı, hukuk düzeninin bunun izin vermediği bir ikinci bakış açısıdır bu. olayın arka planına gitmektir. sahnenin arkasına bakmaktır. masanın altına, dolabın içine bakmaktır. kabuğu soymaktır. tozu kaldırmaktır. küfü gidermektir. kapağı açmaktır. kitabın kapağını çevirmektir. screen saver yani ekran koruyucunuzu bir tıkla gidermek ve gerçeği görmektir. neden nasıl gibi soruları gündeme getirmektir, dominodaki onlarca hatta binlerce taştan geriye gitmektir. işin içinden çıkılmayacağı için de, sonunda işi evrene karmaya bırakmak düşer ya. dünyanın en her şeyi bilen insanının bile içinden çıkamayacağı kozmik bir düzendir burası. herkesin bir görevi olduğu ama mezar taşına, özgeçmişe, yazılandan bahsetmiyorum, ya da kişinin arkasından konuşulanları da demiyorum o öldükten sonra, işinden mesleğinden, sıfatlarından kimliklerinden bahsetmiyorum, asıl görevinin evren katında bambaşka olabildiğini söylüyorum, yani; piyonlarız çoğu zaman hatta her zaman. hayat oyununda bazılarının şah bazılarının vezir olduğu düşünülebilir. hayır, bu dünyada hepimiz piyonuz. dünyada evrenin piyonlarıyız. bu düzlem üzerindeki şahlar vezirler bile aslında evrenin piyonu. hepimiz bir şeyi koruyoruz, bir şeyleri koruyoruz. koruduklarımızı bilmiyoruz ve bazen bir şeyi yapma sebeplerimiz aslında sandığımız sebepler olsa bile, gerçekler, binlerce yıl sonrasından veya evren gerçeğinden bakılmadıkça anlaşılamıyor. bu hayatta da özgür irademiz olsa bile, seçimlerimiz hayatlarımız hep bir gerçekliğe hizmet ediyoruz. yani işçi olan tüm insanlık aslında. politik gerçeklik anlamındaki piyonluktan bahsetmiyorum. bahsettiğim, var olmamızın sebeplerinin daha derin olması... ve bu derinliğin ve gerçek nedenlerin, bu dünya üzerindeki kurguda anlaşılmadığı, sahip olduğumuz titirlerle mevkilerle de anlaşılmadığı. dünyadaki kurgusal düzenle evrendeki farklı olabilir. kuklayız da demiyorum, ama bu dünyada bazı konularda piyonluk yapmaya geliyoruz diye düşünüyorum.
dilek-öneri: hukuk düzeninin olmasının gerekmeyeceği kadar dürüst onurlu sağlam karakterli sevgi dolu vicdanlı insanlardan oluşan bir gezegen olmamızı dilerim veya böyle bir gezegen olmak için tohum atmamızı. ve birbirimizi yargılarken ve birbirimize ahlaki yargıçlık yaparken de herkesi sağ duyuya davet ederim. nefrete sevgiyle yanıt verip, hukukla çözemediğimiz haksızlıkları karmaya bırakmamızı öneririm - elbette isyan ve haksızlıklara ses çıkarmayı unutmadan zamanında-
. hukuk düzeniyle zoraki dayatmaların, silahın, hapishanelerin gerek kalmayacağı derecede, barış dolu bir yere dönüşmesini dilerim gezegenimizin, dünyamızın. yani bir okyanusta yaşayan milyonlarca tür balık gibi olmamızı dilerim bu gezegende, ama hiç birbirini yemeden, yani hayvansal güdülerimizi bile yenerek ve açgözlülüğümüzü de yenerek... inanıyorum, ve de umutluyum...