Ne İstanbul, ne İzmir Ankara ne de Antalya
Ne Avrupa Asya ne de Amerika Afrika Avustralya Antarktika...
Bir garip gönlüm var
İnce ruhum var
Satmadığım asla beş para etmez insanlara
Garipler Diyarı yaşadığım yer
Ne anne baba ne abla abi yanımda
Bir başıma tek başıma
Tek benim gibi gönüldaşlarla
Garipler Diyarı,
Bu dünyayı bir türlü anlayamamışların mekanı
Hiçbir zaman da anlayamayacakların...
Feride Pınar Zeybek; 22 Mayıs 2014'de, saat 23'e beş var gibi yazdı, beş dakikada yazdı ama ona yazdıran ise 5 dakika değil, geçirdiği 36 yıl..., başlığını ise saat 22:33'de attı.
Garipler Diyarı yazınca internette, şu yazı gözüme takıldı; takip ettiğim bir dergi değildir Sızıntı dergisi, yazı da zaten 1980 yılı arşivinden, ama güzel yazı gerçekten, onu da paylaşmak isterim buradan... :
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/garipler-diyari.html link'inden aynen aktarıyorum:
Garipler Diyarı
Garip denince akla gurbet gelir. Sıla hasretiyle yanar garibin yüreği... Burma burcu gurbet kokar garipte.. Bir başkadır onlar... Bazen selam verirsin kalbleri kırılır, incinirler... Bazen hakaret edersin, döversin, söversin hediye verirler.. Gariplik kanununa akıl ermez. Garibin dostu olmaz derler. Onun için o lisan-ı hal ile, uçan kuştan, esen yelden meded umar.. Günleri, saatleri sayar... Bitsin çilem, bitsin bu gurbet Allah’ım, der. Gariplikten kurtulmayı dört gözle bekler...
Benim ”Bağrı yanık Anadolu’m.”.. Taşın toprağın,her şeyin gurbete adanmış.. Senin üzerinde öten kuş, meleyen koyun, çağlayan pınar hep “Gurbet Türküsü “söylüyor. Bana sanki ‘öz yatanında garip, öz vatanında paryasın” diyor.. Bu diyarda Yunus’ların ayaklarının izini yitirmişim. Bulamıyorum... Zira yol garip, yolcu garip.
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar.”
Diyen Yunus’um şimdi olsaydın:
“Bir garip kalmış diyorlar-Üç gün sonra unutuyorlar.” diye yine bu insanlardan bizar olurdun... Onlara sitem ederdin. Bugün feleğin sillesi nicelerinin güllük-gülistanlık olan yuvaların viraneye çevirdi. Nice çiçeği burnunda tap- taze gençleri kara toprak bağrına aldı.
Belki de onlar ettiklerini buldular ama arkalarında nice yavrular “Gariplik kaderimiz oldu” dercesine boyun büktüler.. Niceleri de “Talihten” dert yandı. “Kahpe felek sana nettim, neyledim.” diye.. Artık bu ülkede beşiği sallayan el’e; dil, yanık gurbet türküsüyle refakat ediyor.
Anarşi seline : “Dur! Yetti ettiğin zulümler.” diye bir gönül mektubu telleyen çıkmayacak mı? Yine bacalardan yükselen duman gök-kubbeye doğru büklüm büklüm çıkmağa devam mı edecek? Yine gönül sarayları virâneye mi dönecek? Yine bir taş bin baş mı yaracak? Binlerce yavru başını okşayan bir ele yıllar yılı hasret mi kalacak? Onların gözyaşlarının önüne tedbirler şeddi diye kupkuru teselli göndermek yarayı daha çok artırmaz mı? Yetmez mi bu viranede öten baykuş sesleri? Biraz da bülbül nağmeleri dinleyelim. Bu topraklar,üzerinde yaşayan ölülerin değil; bu topraklar için şehit olup, toprağın altında yatanların değil midir? Bizim hamurumuzda onların himmet eli var. Nedir bu hal-i perişanımız? Niçin bir düğüm çözülmezken üst-üste binlerce düğüm oluşuyor? Çünkü toprağın altındaki dede:
“Moskof keferesinden intikam alamadan giden diye mezar taşına yazdırırken, torunu moskof divanesi; oğlu babasının şehit olduğu idealde dede ile torun arasında köprü vazifesi görmemiş. Onlar da “Himmet” elini çekerek kim bilir belki bize ders vermek istediler. Kimler bir şeyler sezebilir? Onlardan kimler nasıl haber getirebilir? Esen yelden, uçan kuştan, çağlayan pınardan bir şeyler hissederek, gönül teline dokunup:
“Rüzgâra koku ver ki hırkandan
Geleyim izine doğru arkandan
Bırakmam tutmuşum yakandan
Medet ey. Dervişim, Yunus’um medet.”
diye feryâd-ü figan edebilenlere ne mutlu....
Artık lügatlar garipliği tariften aciz.. Şiirler basitte, kalemler satıhta kalıyor. Sığ gönüllerimize garipler deryasından haber sunan yok... Gariplerin sesine kulak vermiş olsaydık lisan-ı hallerinin şöyle dediğini işitecektik: Biz denizdeyiz. Görünürde bir sahil yok.. Bize ezelden yürü dediler... Lakin bu kervanın konağı nerede?..”
Benim ”Bağrı yanık Anadolu’m.”.. Taşın toprağın,her şeyin gurbete adanmış.. Senin üzerinde öten kuş, meleyen koyun, çağlayan pınar hep “Gurbet Türküsü “söylüyor. Bana sanki ‘öz yatanında garip, öz vatanında paryasın” diyor.. Bu diyarda Yunus’ların ayaklarının izini yitirmişim. Bulamıyorum... Zira yol garip, yolcu garip.
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar.”
Diyen Yunus’um şimdi olsaydın:
“Bir garip kalmış diyorlar-Üç gün sonra unutuyorlar.” diye yine bu insanlardan bizar olurdun... Onlara sitem ederdin. Bugün feleğin sillesi nicelerinin güllük-gülistanlık olan yuvaların viraneye çevirdi. Nice çiçeği burnunda tap- taze gençleri kara toprak bağrına aldı.
Belki de onlar ettiklerini buldular ama arkalarında nice yavrular “Gariplik kaderimiz oldu” dercesine boyun büktüler.. Niceleri de “Talihten” dert yandı. “Kahpe felek sana nettim, neyledim.” diye.. Artık bu ülkede beşiği sallayan el’e; dil, yanık gurbet türküsüyle refakat ediyor.
Anarşi seline : “Dur! Yetti ettiğin zulümler.” diye bir gönül mektubu telleyen çıkmayacak mı? Yine bacalardan yükselen duman gök-kubbeye doğru büklüm büklüm çıkmağa devam mı edecek? Yine gönül sarayları virâneye mi dönecek? Yine bir taş bin baş mı yaracak? Binlerce yavru başını okşayan bir ele yıllar yılı hasret mi kalacak? Onların gözyaşlarının önüne tedbirler şeddi diye kupkuru teselli göndermek yarayı daha çok artırmaz mı? Yetmez mi bu viranede öten baykuş sesleri? Biraz da bülbül nağmeleri dinleyelim. Bu topraklar,üzerinde yaşayan ölülerin değil; bu topraklar için şehit olup, toprağın altında yatanların değil midir? Bizim hamurumuzda onların himmet eli var. Nedir bu hal-i perişanımız? Niçin bir düğüm çözülmezken üst-üste binlerce düğüm oluşuyor? Çünkü toprağın altındaki dede:
“Moskof keferesinden intikam alamadan giden diye mezar taşına yazdırırken, torunu moskof divanesi; oğlu babasının şehit olduğu idealde dede ile torun arasında köprü vazifesi görmemiş. Onlar da “Himmet” elini çekerek kim bilir belki bize ders vermek istediler. Kimler bir şeyler sezebilir? Onlardan kimler nasıl haber getirebilir? Esen yelden, uçan kuştan, çağlayan pınardan bir şeyler hissederek, gönül teline dokunup:
“Rüzgâra koku ver ki hırkandan
Geleyim izine doğru arkandan
Bırakmam tutmuşum yakandan
Medet ey. Dervişim, Yunus’um medet.”
diye feryâd-ü figan edebilenlere ne mutlu....
Artık lügatlar garipliği tariften aciz.. Şiirler basitte, kalemler satıhta kalıyor. Sığ gönüllerimize garipler deryasından haber sunan yok... Gariplerin sesine kulak vermiş olsaydık lisan-ı hallerinin şöyle dediğini işitecektik: Biz denizdeyiz. Görünürde bir sahil yok.. Bize ezelden yürü dediler... Lakin bu kervanın konağı nerede?..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder